Anasayfa / Gezi Konulu Yazılar / Pancarlık Vadisi ve Kilisesi
Pancarlık Vadisi ve Kilisesi
Pancarlık vadisi tarihi ve doğal güzellikleri açısından Kapadokya' daki özel vadilerden birisidir. Yürüyüş rotası olarak da oldukça popüler olan bu bölge Ortahisar Kasabasına ortalama 4 km. kadar uzaklıkta ve önceki yazılarım bahsettiğim Üzengi Vadisi ne de yakın bir mesafede. Vadinin çevresinde bulunan Pancarlık, Kepez ve Sarıca kiliselerinin duvar süslemeleri günümüze kadar korunmuş nadide güzellikteki kiliselerdir. Özellikle Sarıca kilisesi sponsorlar desteğiyle restore edilmiş önemli bir kilisedir. Bu gezimde de Erdem verdiği bilgilerle bana eşlik etti. Fotoğraf çekimi için gittiğimizde Aralık ayında bulunduğumuzdan olsa gerek kiliseler geziye kapalı oldukları için içlerini gezme fırsatım olmadı ama kapıdan pencereden de olsa en azından fikir verecek kadar fotoğraf çekebildim.
Ortahisardan yola çıkıp üzüm bağları ile çevrili yollardan vadiye doğru ilerlemeye başladık. Mevsim kış olmasa çevremiz yemyeşil asmalar ile dolu olacaktı diye düşünürken birden heybetli görüntüsü ile Pancarlık Kilisesi bizi karşıladı. Kilise kocaman bir kaya kütlesine oyulmuş. Yüksekçe bir tepenin üzerinde olduğumuz için biraz aşağıda kalan kilise ve çevrenin manzarası o kadar güzel ki bu noktada biraz oyalanıp manzaranın tadını çıkardık. Hani güzel bir yemeğin en güzel kısmını sona saklarsınız ya biz de o nedenle kiliseye gitmeden önce "Manastır" tabelasının gösterdiği yöne doğru yürümeyi tercih ettik.
Kilisenin yan tarafından vadi içine doğru inen yoldan pencereler oyulmuş büyük peribacasına doğru yürürken kayaların rengarenk görüntüsü hemen dikkat çekiyor. Bu renk cümbüşünün nedeni sıcak lavın içindeki madenlerin özellikleri nedeniyle lav katmanları arasında oluşan ısı farkı. Nedeni her ne olursa olsun kesinlikle göz alıcı bir doğa harikası.
Manastıra bir türlü gidemiyoruz çünkü kafamızı nereye çevirsek bambaşka güzellikte bir görüntü ile karşılaşıyoruz. Zaten Kapadokya'da kiliselerin yoğun olduğu bölgelerin hep etkileyici bir havası var. Bu mistik atmosferin bu gün bizleri etkilediği gibi geçmişte de büyük insan topluluklarını etkilediği bir gerçek. Üzerlerindeki olağanüstü baskıya rağmen yeraltlarında mega şehirler inşa edecek kadar inançlarına bağlı olmalarında bu doğa mucizesinin de önemli katkısı olsa gerek. Kapadokya tarihine baktığımızda bölgede yaşayan Hıristiyanlar hem çevredeki Arap devletlerinden hem de farklı mezhepten olan Hıristiyan topluluklarından büyük baskı görmüşler. Bu baskı ve zor yaşam şartları bölge Selçukluların hakimiyetine girene kadar sürmüş. Hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde kendi dinlerinden olan toplumlardan bile görmedikleri hoşgörüyü gören Kapadokyalı hıristiyanlar bölgeyi terkedene kadar yüzlerce yıl sakin bir hayat sürmüşler.
Manastıra hala gelemedik çünkü çevremizde irili ufaklı birçok yapı var. Bunların birçoğu orjinal güvercinlik. Bazıları da sonradan güvercinliğe çevrilmiş. Kapadokya bölgesinde güvercin yetiştirmeye o kadar çok önem verilmiş ki hemen her yaşam alanında güvercinlere en az insanlar için yapılan kadar yer yapılmış. Bir yer ne kadar kalabalıksa o kadar çok güvercinlik oluyor.
Nihayet manastırın içine girdik ama şaşırtıcı olan buranın manastır olarak kullanıldığına dair hiç bir iz yok. Genellikle mutfak bölümü var. Manastırdan çok aşevine benziyor. Gerçi uzaktan baktığımızda yukarılarda da pencereler gördük ama oralara nereden geçildiğini bulamadık. Aslında günler kısa olduğu ve hava çabuk karardığı için yeterince araştırma da yapmadık. Genellikle yukarılardaki pencerelerin olduğu yerlerde ya güvercinlik ya da gözetleme için kullanılan tüneller oluyor. Eğer üst kısımlara da odalar oyulduysa ondan manastır olarak isimlendirilmiş olabilir.
Mutfakların olduğu yerin yanından merdivenlerle bir bölüme geçiliyor ama orada ilginç birşey olmadığı zaten merdivenlerden belli çünkü genellikle ilginç şeyler olan yerlere genellikle böyle rahatlıkla çıkılabilen merdivenler yapmıyorlar. Zaten yukarı çıktığımızda da başka bir mutfakla daha karşılaşıyoruz.
Manastırdan çıkıp biraz daha çevreye bakınıyoruz. Erdem soldan ben sağdan devam ediyorum. Hangimiz ilginç birşey bulursak diğerimize haber vereceğiz. Ben manastırın yan tarafında bulunan kayanın arkasına geçtiğimde bir kapı buluyorum. Kapının üzerindeki beş küçük delik içinin sonradan güvercinliğe çevrildiğinin sinyalini veriyor ama içeride ne göreceğimi merak ediyorum.
Tahmin ettiğim gibi duvarlara birçok tünek yapılmış. Hıristiyanlardan sonra çevrede yaşayanlar bu tür yerlerin içlerine güvercinlerin yaşamasına uygun bu tür yerler hazırlayıp girişlerini taşlarla kapatıyorlar. Kapının üzerindeki küçük delikler de güvercinlerin girmesi için açılıyor. Böylece güvercinlerin vahşi hayvanlar tarafından rahatsız edilmesinin önüne geçiliyor. Bu şekilde insan tahribinden korunmuş birçok kilise var ama buranın güvercinliğe çevrilmeden önce ne olduğunu da anlamaya çalışıyorum.
Sağ tarafıma baktığımda bir apsis oyulduğunu görüyorum. Burası muhtemelen kilise veya küçük bir şapel olarak kullanılmış. Yerdeki oyuk genellikle muftaklarda gördüğüm tandırlara benziyor ama burada hiç ateş yakılmamış çünkü yakılsa duvarlarda isten kaynaklanan kararmalar olurdu. Bu tek apsisli ve yan tarafında odacıklar olan yerin ne olduğuna dair kestirimde bulunmak benim deneyimlerimi aşıyor. Erdem diğer tarafa gitmemiş olsa kesin o burasının ne olduğunu bilirdi ama malesef burada tek başıma kaldım. Yoğun dini eğitim verilmiş bölgelerde ölen önemli kişilerin adına yapılmış küçük şapellere rastlıyoruz. Burası da öyle biryer olabilir.
Artık burada başka ilginç birşey bulamayacağıma kendimi zorla ikna ederek geri dönüyorum çünkü asıl Pancarlık Kilisesi'ni merak ediyorum. Yolda Erdemle karşılaşıyoruz. O da kayda değer birşey bulamamış. Ben keşfettiğim şapel, kilise, mutfak, güvercinlik karışımı yeri anlatarak Erdem'in kafasını iyice bulandırırken Pancarlık Kilisesi'ne geliyoruz.
Kiliseye geldiğimizde kapısının kilitli olduğunu görüp biraz hayal kırıklığına uğruyoruz. Kilise görevlisi Aralık ayı ortasında birilerinin buraya gelebileceğini tahmin etmemiş olsa gerek ortalarda görünmüyor. Duvardaki tabeladan kilisenin içini gezmek için 8 YTL para alındığını görüyoruz. Tam emin değilim ama büyük ihtimalle burası belediyeye bağlı biryer olduğu için Müze Kart geçerli değil. Kilisenin girişindeki duvarlarda böyle ilginç yazılar gözümüze çarpıyor. İnsan yazı görünce hemen belki okurum ümidiyle biraz kendini kasıyor ama ne yazık ki bizim için bu pek mümkün değil.
Kapıdan biraz zorlanarak bu kareyi çekmeyi başarıyorum. Özellikle tavan süslemeleri inanılmaz canlılıkta ve güzellikte. Diğer kiliselerde pek rastlamadım ama bu kilisede yeşil renk bayağı fazla kullanılmış. Ayrıca ortalarında malta haçı sembolü olan iki duvar kabartması da çok hoş görünüyor. Apsisin içindeki freskleri görebilmeyi çok istiyorum ancak fazla şansımız yok.
Çıkışta bizi sonradan Jo adını verecek kadar yüz göz olacağımız bu sevimli yaratık karşılıyor. Bekçinin köpeğimi yoksa biri mi bırakmış gitmiş, bu ıssız yerde ne işi varmış diye konuşurken aracımıza binip yolumuza devam ediyoruz. Jo arkamızdan bir süre geliyor sonra araba ile yarışamayacağını anlayınca peşimizi bırakıyor.
Bir kilometre kadar gittikten sonra Sarıca Kilisesi'ne geliyoruz. Burası bir turizm şirketi tarafından bir tur esnasında tesadüfen keşfedilmiş ve yine aynı şirketin ana sponsorluğunda restore edilmiş. Maalesef burası da ziyarete kapalı. Erdem belki pencerelerden birşey görebiliriz umuduyla şansını zorluyor ama bu mümkün olmuyor.
Biz de artık umudumuzu kesip arkamızdaki Kiliseler Vadisi'nin manzarasına kendimizi kaptırıyoruz. Uzaktan Kepez Kilisesi'nin sütunlarını görebiliyoruz ama bugün oraya gitmeyeceğiz çünkü daha Mustafapaşa'ya gideceğiz. Fotoğraf makinemin kapasitesini biraz zorlayarak birkaç yakın poz çekiyorum. Gezimize bu noktada son veriyoruz ama küçük bir süpriz kapalı kiliseler nedeniyle bozulan moralimizi biraz yerine getiriyor.
Sevimli köpek Jo kocaman dilini sallaya sallaya karşımızda beliriyor. Sanırım kestirme bir yoldan geldi çünkü biz arabayla köpeğin bizi takip edemeyeceği kadar bir yol geldik aslında. Hayvanların bazı özelliklerinin insanlardan daha üstün olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Biraz daha Jo ile oynayıp arabamıza yöneliyoruz. Kiliseler açık olsaydı bu muhteşem gezimiz olağanüstü olacaktı ama Kapadokya'da bu güzellik, bizde de bu keşfetme arzusu varken biz buralara daha çoook geliriz. Fotoğraf galerimizde Pancarlık Vadisi'nde çektiğim diğer fotoğrafları da görebilirsiniz.
Pancarlık vadisinin yerini ne kaldığımız otelde ne de Ürgüp'de bilen olmaması bizi hem şaşırttı hem de üzdü. Ürgüp'den Mustafapaşa'ya giderken sağda Pancarlık tabelasından sapılıyor.Önce Sarıca Kilise'ye varılıyor.Bir kilometre sonra da Pancarlık Kilisesine varılıyor.Yol biraz tozlu ve dar.Özellikle Pancarlık Kilisesine giderken karşıdan araba gelirse iki araba yan yana geçemiyor. Bekleyip kontrollu geçmek gerekiyor.
Yeni yorum gönder